Altmışlı yılların başı. Dönemimin ünlü kulübü Çayhane'de onyedi, onsekiz yaşlarında, kumral, zarif, güzel mi güzel bir genç kız sahneye çağrılır. Heyecandan yüzü kulaklarına kadar kızaran bu genç kız, neredeyse arkadaşları tarafından arkadan itilerek sahneye çıkartılır. Oysa o, Çayhane'nin gündüz matinelerine okulu kırarak, sadece dans etmek ve eğlenmek için gitmektedir.
Kim bilir, belki de hissetmiştir bir gün o sahnede şarkı söyleyeceğini. Zaten öylesine sever ki şarkı söylemeyi; hele de Ayten Alpman'ı. Alpman onun idolüdür. Başka da örnek alınacak pek kimse yoktur ona göre Türkiye'de. Gerçi Sevinç Tevs de vardır ama onun şarkılarına yaşı itibariyle yetişememiştir. Bir de Rüçhan Çamay vardır, o kadar. Ancak o en çok
Ayten Alpman'dan etkilenir. Onun söylediği her şarkıyı ezberler. Ayna karşısında, elinde her şarkıcının küçükken kullandığı o ilk mikrofonla, yani saç fırçasıyla şarkılar söyler, dans eder. Şarkıların büyüsüne kapılmıştır bir kez. Amerikan pazarlarından plaklar satın alır, o yılların popüler şarkılarını, ama yanlış ama doğru, İngilizce şarkıları kelime kelime ezberler. Onbeş, onaltı şarkı vardır repertuarında.
Caz söylemenin oldukça prestijli olduğu yıllardır. Ayten Alpman ve diğer şarkıcılar da caz söyler söylemesine ama, caz müzik de son demlerini yaşamaktadır. Yine de batı müziğine karşı büyük hayranlığın olduğu yıllardır. Şarklı olmanın getirdiği gizli bir eziklik söz konusuydu, belki de çağdaşlaşmanın anahtarı olarak görülüyordu batılılar gibi davranmak. Öyle ki, Ayten Alpman'ın deyimiyle, Türkçe sözlü şarkı söylemek o dönemler ayıptı. Çarpık bir çağdaşlaşmanın belirtisi ya da modern bir ülke olma isteğinin ilk zamanlardaki bocalaması diyelim buna. Elbette kısa bir süre sonra herkes yüzünü aranjmanlara çevirecektir. Yabancı şarkılara Türkçe sözler yazılmaya başlanmış, Ayten Alpman bile Türkçe sözlü şarkılar söylemek zorunda kalmıştır.
Derken beklenen an gelir. İlhan Feyman orkestrası tarafından sahneye çağrılır bu ince, zarif genç kız. Arkadaşlarının gizlice orkestraya adını verip sahneye çağırttığı bu kişi Gönül Turgut'tan başkası değildir. Rüyaları gerçek olmuştur! Bütün tecrübesizliğine karşın, titreyerek şarkısını söyler. Aynaların önünde başını döndüren bu şarkılar ve müziğin coşkusu sarar bedenini. Bir yandan da olanlara inanamaz, "Bu ne cesaret," diye söylenir durur kendi kendine. Hâlâ o günlerden söz ederken "Nasıl bir cesaretti beni oraya çıkaran, hiçbir şey bilmeden, kulaktan dolma şeylerle şarkı söylemek nasıl bir cesaretti?.." diyordu. Elbette o dönemin bütün şarkıcıları el yordamıyla öğrenmişler şarkı söylemesini. Henüz müziğin sektörleşmediği, tek kanallı kayıtların yapıldığı, sadece bir okumayla, hatta prova esnasında şarkıların plağa kaydedildiği bir dönem. Her şeyin çok zor, olanakların kısıtlı olduğu bu dönemde, genç bir kızın şarkı söylemek istemesi, yanında kimse olmadan, savunmasız bir şekilde bu camiaya girmesi, kendini koruması hiç de kolay değildir.
Sonuçta Gönül Turgut sahnededir. Herkes tarafından çok beğenilir. Meşhur Ayten Alpman ve İlham Gencer çiftinin açtığı Çatı'nın alt katında, Çayhane'de şarkı söylemeye başlayan Turgut, uzun yıllar burada çalışır. Bu arada Çayhane'nin adı değişmiş, As Klüp olmuştur. Kanat Gür orkestrası ile çalışır. Sonra Doruk Onatkut orkestrası ve Tülay German'la aynı sahneyi paylaşır.
Buruktur sesi, hüzünlü ve pusludur. Yorumu, aynı Ayten Alpman gibi serttir. Aşk şarkıları okur. Şarkıları balad tadındadır.
Şarkı söylemek ruh işidir ona göre. Dolayısıyla inanmadığı, gönlünü vermediği hiçbir şarkıyı okumaz. Yaşamdaki duruşunu da aynı inatla korur. Aklına koyduğu her şeyi yapar. Ama yürekten inanmadığıı hiçbir şeyi, hiç kimse yaptıramaz ona. Duygusaldır, ama mantığı da hiç elden bırakmaz. Kadınlarda varolan "yere sağlam basma" arzusu, onda çok baskındır. Öyle ki, Hilton'da şarkı söylerken, onu dinleyen dünyaca ünlü Fransız şarkıcı Charles Aznavour (Şarl Aznavur)'un başını döndürür. Aznavur müzikal yaşamını Fransa'da sürdürmesi konusunda ısrar etse de, Turgut bunu kabul etmez, korkar. Dışarıdaki dünya ürkütür onu, Şarl Aznavur da! Gitse, belki çok ünlü bir şarkıcı olacaktı, belki de Şarl Aznavur onu hayal kırıklığına uğratacaktı, bilemiyordu ki! Kimse yoktu arkasında. Güvendiği, inandığı sağlam biri, kötü bir şey olduğunda çağırabileceği biri olsaydı… belki deneyebilirdi bu fırsatı. Ancak o gencecik bir fidandı. Ne yapardı bir başına Fransa'da.
Gönül Turgut düşünür, taşınır; hangisinin bedelini ödemek daha ağır gelir insana? Kendimi frenlemenin bedelini öderim, ama diğerinin bedelini ödeyemem, der.
Aslında Gönül Turgut yaşamı boyunca her zaman, hatta evlenirken bile aynı mantıkla hareket etti. Mehmet Üstünkaya ile yetmişlere doğru evlenen Gönül Turgut, o zamanlar bile aşka inanmıyordu. Dolayısıyla büyük bir aşk yüzünden evlenmedi. Tıpkı "Sevmem Sevmem" adlı şarkısında söylediği gibi "Sevmem sevmem, çünkü aşkı tanıdım ben…" dedi. O şarkıya ve ona göre aşk hep hayaldir, masaldır. Aşk uysalca gelir, sonra delirtir. Bunu bildiği için gardını aldı hep. Mantık evliliği yaptı. Arkasında bir güç olsun istedi. Kocası verdiği sözü tutacak, onu müzikten koparmayacak, hatta destekleyecek sandı. Ancak verilen sözler tutulmadı.
Kısa bir süre sonra hamile kaldı Gönül Turgut. Zaten kocasının daha önceki evliliğinden de bir çocuğu vardı. İki çocuk ve huysuz bir koca… Sonra hüsran. Mücadele etmek istemedi açıkçası, belki de istedi ama, sonuçsuz kalacağını bildiği için denemedi bunu. Yine mantıklı davrandı, duygularını bastırdı. Kendini frenlemenin bedelini ödedi, ama gitmenin bedelini göze alamadı. Şimdiki aklı olsaydı, ah bir olsaydı, şu anki bilgisi ve donanımı olsaydı, ne yapar eder söylerdi şarkılarını, mücadele ederdi.
Ancak çok geçtir artık, çünkü ses bir daha geriye dönmez. Sesin bir günü bir seneye bedeldir. Çalışmak, sesi korumak, güçlendirmek gerekir. Oysa o otuzbeş senedir şarkı söylemiyordur. O yüzden de gelen hiçbir teklifi kabul etmez.
Sekiz yıl kadar sahnede kalır Gönül Turgut. "Birazcık Yüz Ver", "Vazgeçtim Bu Aşktan", "Üzüntüyü Bırak Yaşamaya Bak", "Telefondayım Yine", "Aşk Hırsız", "Aşkı Sende Buldum" gibi unutulmaz şarkıları seslendiren Gönül Turgut'un içinde elbette bir çok yara kalmış. Bunlardan biri de Ali İzzet'in "Mühür Gözlüm" adlı türküsünü plağa okuyamaması. Çok sevmiş o türküyü, ilk defa da türkü formunda bir şarkı söylemiş ve etkilenmiş bu şarkıdan. Ancak Fecri Ebcioğlu izin vermemiş plağa okumasına. Okuyamamış, vazgeçmiş bu aşktan. Tıpkı diğer aşklarından vazgeçtiği gibi. Ancak şimdi çok mutlu, ya da huzurlu diyelim. Arkamda onu bırakıp giderken, odadaki pikaptan yayılan buruk bir ses, "Hatıralar gelip geçer, geriye kalan yaşlı yıllar…" diye taşıyor sokağa…
DENİZ DURUKAN
AĞLAMA BOŞ YERE
"Işıkları karartılmış salonda dansedenler yerlerine oturmuşlardı. Kahkahalar sigara dumanlarına karışıyordu. Pistin kenarındaki piyanonun başına genç bir adam geçti. Parmakları bir müddet tuşlar üzerinde dolaştı. Sonra genç ve güzel bir kadını mikrofona davet etti. "Şimdi" dedi,"'Size genç şantöz Gönül Turgut'u takdim ediyoruz." Salon önce alkışlara boğuldu. Az sonra alkışlar ve konuşmalar kesildi. Mikrofonda romantik bir parçanın sözleri, orkestranın eşliğinde salona yayılıyordu..."
1962 tarihli Ses dergisinin bir sayısı, Gönül Turgut'u böyle başlayan bir yazı ile okurlarına tanıtmış. Türkçe pop henüz başlamamış bile. Fecri Ebcioğlu daha sonra bir çığır açacak olan "Bak Bir Varmış Bir Yokmuş"u henüz yazmamış. Sahnelerde Ayten Alpman, Rüçhan Çamay, Erol Büyükburç, Gönül Yazar, Tülay German fırtına gibi esiyor. Ama henüz kimse Türkçe söylemiyor. Çoğunlukla caz söyleniyor. Repertuarına popüler birkaç şarkı almak isteyenler de; İtalyanca, Fransızca ya da İspanyolca şarkıları tercih ediyorlar. Henüz 62'nin başlarındayız. Bir süre sonra Fecri Ebcioğlu "Bak Bir Varmış"ı yazacak, Tülay German "Burçak Tarlası"nı aranje edip söyleyecek, Erol Büyükburç "Kırık Kalp"i besteleyecek ve Balkan Festivali'ydi, Altın Mikrofon'du Türk Popu kıyamet gibi her tarafı saracaktı. Henüz Ajda Pekkan yok, henüz Berkant yok, Kamuran Akkor yok, Sezen Cumhur Önal yok. Ama Gönül Turgut var. Ülkemizin efsanevi şarkıcılarından. Tıpkı Sevinç Tevs, Ayten Alpman, Tülay German, Erol Büyükburç ve Alpay gibi. Türkçe Pop'tan da önce sahnelerimizde fırtına gibi esmiş olanlardan. Ses'in muhabiri Gönül Turgut'u Çayhane'de seyredip yazmış bu yazıyı. Çayhane de dönemin önemli kulüplerinden bir tanesi. Gönül Turgut'un Şerif Yüzbaşıoğlu, Celal Bozsoy ve Şevket Uğurluel orkestraları ile başlayan şarkıcılık yaşamı Çayhane'nin mukavelesi ile tamamen değişiyor ve profesyonel müzik yaşamına ilk adımı atmış oluyordu. O gece Gönül Turgut'un ikinci şarkısı kıvrak bir İspanyol melodisiymiş. Pist bir anda orkestraya ayak uyduran çiftlerle dolmuş. Gelin biz çiftlerin orkestraya zar zor uydurdukları ayaklarını bozmalarına sebep olmayıp oradan çekilelim ve şarkıcımızın 45'lik macerasına bir göz atalım.
VE BEN YALNIZ
Gönül Turgut'un bilebildiğim ilk 45'likleri Regal'den çıkmıştır. Süperstarının Ajda Pekkan olduğu Regal plak, 60'ların ikinci yarısında
epeyce önemli 45'lik basmıştı. Bunların bir bölümü de Gönül Turgut'a aitti. Rahbani Kardeşler'ın bir şarkısının Türkçe versiyonu olan "Birazcık Yüz Ver", Selmi Andak'ın bir bestesi olan "Vazgeçtim Bu Aşktan" bunların en önemlileri. Her ikisinin de sözlerini Fecri Ebcioğlu yazmış. Sanatçı daha sonra Philips'e transfer olur. Çalıştığı klüpler de değişmektedir. Gönül Turgut, 45'liklerle artan ününe paralel olarak, daha iyi şartlarla çok parlak teklifler almaya başlar. Çayhane'den Yeşil Horoz'a, oradan da Viski A Go Go'ya geçer. Viski A Go Go da Playboy ile birlikte dönemin en popüler iki klübünden biridir zaten. Philips'ten arka arkaya plaklar çıkar. Fecri Ebcioğlu'nun yazıp bestelediği "O Yaz Gecesi", kimbilir kime ait iki yabancı şarkı üzerine yazılmış "Uzat Artık Elini / Kim İçin Ne İçin" oldukça fazla tutulur. Ama asıl kıyamet kopartan 45'lik "Üzüntüyü Bırak Sen Yaşamaya Bak" olur. Mary Hopkin'in "Those Were the Days" adlı şarkısının onlarca Türkçe versiyonundan biri olan bu plak, Semiramis Pekkan'ın "Bu Ne Biçim Hayat" adlı şarkısından sonra en çok tutulan ikinci versiyon olur. Bunun en önemli nedeni Gönül Turgut'un o aralar çok popüler olmasıdır. Bir diğer nedeni de plağın B yüzüdür. Mina'nın çok hoş bir şarkısına yine Fecri Ebcioğlu söz yazmıştır; "Ağlama Boş Yere" Bize, gelmedi diye sevmedi diye üzülmemizi ve ağlamamızı tavsiye eden şarkıyı çok sever ve hatta inanırız. "Biraz gururlu ol, budur en güzel yol" sözleri bize de çok makul gözükür. Artık kimbilir nereye kadar ? Muhtemelen yeni bir Ajda Pekkan şarkısına kadar. O zamanlar Ajda Pekkan'ın henüz post-feminizm günleri başlamamıştı ve her durumda, her şart altında sevmekten yanaydı superstarımız. "Sev Sen de Gönlünce" demiştir muhtemelen ve biz Gönül Turgut'u bir kenarda bırakıvermişizdir.
HATA BENDE
Ama öyle olmadı, aksine o bizi bıraktı. Disko'dan Selmi Andak'ın bestesi (daha önce de Sevinç Tevs'in söylemiş olduğu) "Ve Ben Yalnız"ı yapar ve öncesiz sonrasız bir şekilde sona erdirir müzik hayatını. Bir zamanlar Beşiktaş'ın başkanlığını yapmış olan Mehmet Üstünkaya ile evlenir ve onu unutmamızı ister. Unuturuz da sonuçta. Yirmi küsür yıldır Gönül Turgut'tan hiç ses yok. Yakın bir zamanda Fikret Şeneş'in evinde bir röportaj sırasında eskilerden konuşurken, söz Gönül Turgut'tan da açıldı ve Fikret Şeneş moda dergilerinden birini açarak "Bakın bu yakın bir zamanda yayınlandı" deyip Gönül Turgut'un bir fotoğrafını gösterdi bize. Açılışlar, davetlerin birinde çekilmiş bir fotoğraftı bu ve hala çok güzel, çok şık bir Gönül Turgut gülümsüyordu fotoğrafta.
"Hata bende" diyordu bir şarkısında Gönül Turgut. Ama gelmiş geçmiş en önemli şarkıcılarımızdan birinin henüz tek bir şarkısını bile CD üzerinde bulamıyorsak hata herhalde bizim şirketlerin olmalı. Hata Philips ve diğerlerinin. Philips dışarda herşeyi diske aktarmışken bizde oturmayı tercih ediyor. Belki de hata benim. Bütün bunlara ihtiyacımız olduğu yanılsamasına belki fazlaca kapılır oldum.